Muhtemelen yaşamanın nasıl bir şey olduğunu bilinçli bir merakla, 79 yılında, Güneş Yay, Yükselen Yengeç ve Ay Başak konumundayken dünyaya geldim.
Kendine alan yaratabilen bir çocuktum. Kendi kendime bile kendimi özgür hissettiğim her an mutluydum. Küçükken mesela Ay Dede’yle, kedilerle ya da kumda usul usul yürüyen deniz minareleriyle konuşurdum. Beni dinlediklerine emindim.
Hakkımda
Hafızam iyidir, hiçbiri kendi kendine konuşmak değildi. Biraz büyüyüp serpilince, kendi dünyamın sorunlarının çözümlerini bulmak için gökyüzüne kafamı kaldırmak iyi gelirdi, hatta alışkanlık olmuştu. O zamanlar o yıldızların bir adı olduğunu bilmiyordum tabii. Güneş’ti işte günü aydınlatıyordu, ya da Ay’dı geceye ışıktı. Hepsi bu. Dünyanın öğrencisi olma serüvenim çoktan başlamıştı, günden güne ayıyordum. Şu güne kadar fena bir öğrenci olmadığımı düşünüyorum. Bu öğrencilik işi güzel, sevdim ve nereye kadar giderse de bir şeyleri merak edip öğrenmeye devam etmek istiyorum.
Geçen süre içinde önemli farkındalıklarım oldu tabii. Erken yaşlarda başlayan sorgulamalarım sonucunda Nazım Baba’nın dediği gibi yaşamak şakaya gelmezmiş anladım. Ciddiye aldım sonra ben de. Mutlu olmak istedim. Bu iş hiç kolay değildi. Bir yere doğru yoldaydım, o yolda bir yerlerde o mutluluk bana da gözükecekti, inanıyordum. Ama sanki ben yakınlaştıkça, o bir adım daha öteye gitti. Biraz pozitifimdir, her olana iyi tarafından doğuştan bakabilen bir Yay olduğum için pes etmedim. Bir sonraki seviyeye geçmeye cesaret ettim. Çok çalıştım bu sırada, beyaz yakalı oldum. Bundan hiç pişman olmadım. Sonuçta güvenli bölgemdi, bana bir sürü şey de katıyordu, yine Yay şansı olsa gerek, beraber çalışma fırsatı bulduğum insanlar da hep renkliydiler. Bu yüzden bana tek düze gelmedi hayat. Mutsuz olduğumu söyleyemezdim, ama mutlu muydum, o da şüpheliydi. Mutlu olmayı ciddiye alma hedefimden yine de vazgeçmedim. Günün sonunda ulaşacağımı hep hissettim.
Bu sırada güzel aşk hikayelerim, acı hayat deneyimlerim, sorumluluklarım, dışarda olan bitenin bana yüklediği umutsuzluklar ya da içerde kendimi tanıdığımı sandığım yanılgılarım akmaya devam ediyordu her yaşamda olması gerektiği gibi. Çok gözlemledim, çok dikkatle izledim olanı biteni. Detaylara hakim bir insan olmanın yoruculuğu çoğu zaman yalnız hissettirse de orası da benim güvenli bölgemdi. Bir duyguyu, bir insanı, bir olayı anladığımda sakinleşebiliyordum. Anlamak güzel bir şeydi. Dışarısı durmadan dönüyordu. İnanmaya maruz bırakıldığımız “zaman”, acımasızdı ve senin ne düşündüğün ya da hissettiğin kendisinin hiç ilgi alanı değildi. Gözlemlemek, fark etmek güzeldi. Ama ben hep olanı biteni dışarıyı gözlemliyordum. Olan şey bir sonuçtu neticede. Sebep neydi ?
Sonra kendimi gözlemlemeyi öğrendim. Neden bu kişiyim, neye göre neyi seviyorum ya da sevmiyorum. Kişisel gelişim kitaplarında okuduğum “kendini seç”leri anlıyordum ama “kendi olmak” nasıl bir sonuç ve bundan memnun muydum? Sürekli mutlu olmak için bir şey kovalıyordum ama yöntemlerim beni bir yere getirememişti henüz. Kendi olmak neydi, kendimdim işte, bir ismim, bir bakışım, bir DNA’m vardı ama işte bir şey de yoktu, oturmayan, anlaşılmayan bir şey…Kendime resmen mikroskopla bakmaya başladım sonra. Bu sırada kitaplar, ilimler, felsefeler, dinler, şairler, tarihler, mitler, psikolojiler gibi bulduğum her şeyi okuyor, bana farkındalık katabileceğine inandığım ne varsa dahil oluyordum. Çıkarımlarım vardı, ama okuyarak falan anladığım şeyler sanki bir “tecrübe” etmiyordu. Bir idrak vardı ama o idrake göre zihnin bir karara vardığında, bu seferde seni deneyimden alıkoyuyordu. Böylece sonum hüsran olmadı belki, ama bu seferde elinde bir yaşa ulaşmışlık olsa da, bir “yaşama” varış yoktu.
Ruhsal alana kaydım. Mecburen, çünkü akılla açıklanamıyordu. İşte burası çok acayipti. Bir mertebe gibi, hiç soğuk değildi, kaynaklar sınırsızdı, fakat karanlıktı. Burada bir yerlerde bir ışık edinmeliydim ki, olanı biteni daha iyi anlayabileyim. Mesajları takiben gökyüzüne vardım. Kendisine zaten çıplak gözle hayran olmamak mümkün değildi, ifade ettiklerini, dilini öğrendikçe sakinleştiğimi gözlemledim. Küçükken de Ay’a güvenirdim zaten. Müthiş bir kendini kabul hali. Ve arkasından gelen herkesi, her şeyi kabul hali. Meğer sonuçların sebepleri benmişim. “Kendim olmak” buymuş. Tabii gök, öyle deniz derya ki, milyarlarca yıldız, gezegen, duygu barındırıyor içinde. Hepsinin bir tezahürü vardı ve tekamülümde yoluma ışık olacaklarını anladım.
Astroloji böyle dokundu bana. Sonra kendimi gözlemlemeye devam ettim. Gökyüzünün bana anlattıklarını, fiziksel hayatıma kendi seçimlerimle uyarladığımda bütün dengeler yerini bulur oldu. Varmıştım. Mutluydum. Meğer olay anmış. Şu an, bu yıldız buradayken olan bitenmiş. Bakmak değil görmekmiş. Ve seçmekmiş. Mutluluk bir seçimmiş. Bana sonsuz seçenek sunan evren tüm potansiyeliyle resmen emrimdeymiş. Onu duydum gökyüzü sayesinde, itaat ettik birbirimize. Geçinip gidiyoruz şimdi. Mükemmel bir matematik, eşsiz bir fizik var yukarıda. Çok hayranım. Daha küçükkenden beri hissetmiştim de, yolu biraz fazla dolanmışım, ol’sun, en doğru an, şu an.
Niyeti benim gibi olanlarla kesişiyorum son yıllarda. Bildiklerimi paylaşıyorum. Yaşama her giriş anının bir haritası var ve tüm potansiyeller bu haritada gizli. Bu kadim ilim, insanın kendini tanıması, bilinçli seçimler yapması ve şu anın güzelliğine varabilmesi için eşsiz bir kaynak. Yukarıda hiç kusur yok ve bunu fark edenler neyle karşılaşırsa karşılaşsınlar, durumu nasıl yönetebileceklerini dürtüsel olarak biliyorlar. Çünkü bu insanları sonuçlar yönetmiyor, onlar hayatlarının sebebiler.
Şimdi bu satırları okuyan herkesle, anın bize yaşattığı duygular farklı olsa bile, aynı gemide olduğumuzu biliyorum. Boşuna karşılaşmadığımızı da biliyorum. Gökyüzünün çok mesajı var, okuyabilenlerdenim. Bu mesajların farkında olmak isteyen herkesle buluşmaya gönlüm var benim. Dedim ya, Yay burcuyum, bildiklerimi “yay”mak benim içgüdüm.